Pazar, Eylül 01, 2013

Le Corbusier'nin Gözünden Bursa Yeşil Cami

[Alıntı Başlangıcı]


Bursa'daki Yeşil Cami'ye insan ölçeğindeki küçük bir kapıdan girilir; küçücük bir hol, biraz önceki kent görünümünün ve yolun boyutlarından sonra hayranlık uyandıran, etkileyici boyutlara sahip bir ölçek değişikliğini size duyumsatır. Bir taraftan caminin görkemini duyumsarken, diğer taraftan da gözlerinizle mekanı ölçersiniz. Aydınlık, beyaz mermerden yapılmış büyük bir mekandasınız. Daha ötede buna benzer, aynı boyutlara sahip, yarı gölgelerle dolu ve birkaç basamak yükseltilmiş ikinci bir mekan bulunur, daha küçük bir mekan aracılığıyla yineleme; her iki yanda daha da küçük, yarı gölgeli iki mekan daha vardır; arkanızı döndüğünüzde küçücük ve tümüyle gölgeli iki mekana daha rastlarsınız.

Tam aydınlıktan karanlığa geçilerek yaratılan bir dizem. Küçücük kapılar, çok geniş açıklıklar. Buraya kendinizi kaptırıp gittiniz, alışılagelen ölçek duygusunu kaybettiniz. Işık ve hacimle oluşturulan duyumsal bir dizemle ve ustaca yaratılmış ölçülerle, kendi niteliği gereği size söylemek istediği şeyi söyleyen bir dünyanın egemenliği altına girdiniz. O ne heyecan, ne inançtır! Bu, devinimi yaratan istektir. Kullanılan araçlar düşüncelerin tümüdür. Sonuç; Yeşil Cami'de; Ayasofya'da ve Süleymaniye'de olduğu gibi dış, iç'in sonucudur.

[Alıntı Sonu]

Estetik Üstüne Dersler, Wittgenstein

Lise yıllarından kalma defterlerimde Wittgenstein'ın kitabından bir alıntı.

[Alıntı Başlangıcı]

"Geometrik kaldıraç herhangi bir kaldıracın olabileceğinden çok daha sağlamdır, kıvrılıp bükülemez." Burada mantıksal zorunluluk durumuyla karşı karşıyayız. "Mantık sonsuz sağlamlıkta bir malzemeden yapılmış bir düzenektir, eğilip bükülemez." Üst bir şeye varma yolumuz budur. Bu, belli "en üst" tasarımların nasıl ortaya çıktıklarına ilişkin bilgi edinme yolumuzdur, sonsuza böyle bir yoldan ulaşırız.

[Alıntı Sonu]

Cuma, Ağustos 30, 2013

Görünmez Kentler, Italo Calvino

[Alıntı Başlangıcı]


Marco Polo'nun anlattığı kentlerin birbirine benzediğini, birinden ötekine, yolculukla değil öğelerin değişmesiyle gidilebildiğini fark etmişti Kubilay Han; düşüncesi artık Marco'nun anlattığı kentlerden özgürce yola çıkıyor, kenti parça parça söktükten sonra terkibini yeniden ayarlayarak parçaların konumunu ve duruşunu değiştirip başka türlü yeniden kuruyordu.

Bu arada Marco yolculuğunu anlatmaya devam ediyor, ancak imparator artık onu dinlemediği gibi durmadan sözünü kesiyordu:

"Bundan böyle kentleri ben anlatacağım sana ve sen, gerçekten var mı bu kentler ve düşündüğüm gibi mi onu söyleyeceksin bana. Önce şu kenti sorayım: merdivenli yollarıyla, siroko rüzgarına açık, hilal şeklinde bir koya kurulmuş bir kent bu. Şimdi de içindeki harikalardan birkaçını sayayım: kırlangıçbalıklarının yüzüşlerini ve uçuşlarını izlemeye ve bunlardan kehanetler çıkarmaya yarayan katedral yüksekliğinde kocaman bir havuz; yapraklarıyla rüzgarda harp çalan bir palmiye; ve bir meydan; etrafında, üstü mermer yiyecek ve içecekle donanmış, örtüsü bile mermerden, atnalı biçiminde mermer bir sofra kurulu."

"Dalmış olmalısın Han'ım. Sözümü kestiğinde tam da bu kenti anlatıyordum sana."

"Biliyor musun onu? Nerede? Adı ne?"

"Ne adı var, ne yeri. Onu neden anlatıyordum bir daha açıklayayım sana: öğeleri, onları birbirine bağlayan bir mantık olmaksızın bir iç kuraldan, bir perspektif, bir hikayeden yoksun bir şekilde yığılmış kentleri, düşlenebilir kentlerin sayısından düşmek gerekir. Kentlerle ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir: hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir, oysa en beklenmedik rüyalar bile bir arzuyu, ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular veya korkular kurar; söylediklerinin ana hattı gizli, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey, başka bir şeyi gizliyor olsa da."

"Ne arzularım, ne korkularım var benim," dedi Han, "benim düşlerimi ya düşünce ya da rastlantılar oluşturur."

"Kentler de düşüncenin ya da rastlantının eseri olduklarını sanırlar hep, ama ne biri, ne öteki ayakta tutmaya yeter onların surlarını. Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır."

[Alıntı Sonu]